Category: ALTINCI HİS,DUYGULAR


AŞK, BEYAZ BİR KAR GİBİDİR; MÜNAFIKLARIN AŞKI İSE KARA YAĞMUR!  

 

Aşkın değerini anlayabilmek ve ölümüne vefalı olabilmek için fırtınalar vadisinde kucağında dikenli gülleri taşıyabilecek yürek olması lazımdır! Halbuki asrın insanlarının çoğu, sinema,müzik,televizyon, internet,cep telefonunun savurduğu kuru yapraklar gibidir! Hareket ve ritim çok ama yeşil ruhları kaybolmuş!

Aslında insanlar kime aşık biliyor musun; kendi nefslerine!..Aynada 1-2 saat süslenip,gururlanıp başka insana 10 dakika ilgi ve sevgi göstermeyen kişi neye aşıktır Allah aşkına? Kendi nefsine aşıktır! Aslında moda rüzgarının esirleri, başka iyi ve güzel insana da tahammül edemez! Sadece can sıkıntısından arkadaş edinmektedirler. Zorda kalınca elini bırakırlar!

Biz kardelenler 3. Dünya Savaşında ve felaketlerde sadece Allah’ın lütfuyla, evliyanın himmetiyle ışınlanarak bataklığa düşmekten kurtulabiliriz, derleri bataklığa gömülür!..

Kainatın yaratıcısı Yüce Mevla zalimlere karşı 3. bedduamızı da kabul etti! 2010 eylülünde kirli leri açığa çıkarttı, duyarsız yöneticilere de büyük dert verdi! Allah’a sonsuz şükür olsun! Türkiye’de ÖSYM’deki sınav yolsuzlukları ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın başına gelen derdin hikmeti, defalarca Ankara’ya bildirilen zalimlere üst düzey yöneticilerin arka çıkması olmuştur! 14 milyonluk topluluğa karşı sorumlu Milli Eğitim Bakanlığı dürüst gariplere inanmamış, zalimler ve münafıkları korumuştur !

Binlerce öğretmenin
atamasının iptali ve yeniden binlerce ö
ğretmen bulmanın hikmeti şudur: Bir kısım hilekar ve sahtekarları kalenin içine alma,
dürüst ve güvenilir olanları evine, kalene al.” demektir.
İlahi adalet, zalimlere mühlet
verir ama asla ihmal etmez, kötülüklerin cezası er ya da geç verilir !

Mazlumların hakları verilmediği sürece bu dünyada adalet ve huzur yoktur! Yüzyılın fırtınası daha yeni başlıyor!..50 yıl, 70 yıl hikmet ilminden yoksun olarak boşuna yaşamışsınız! Gizemli süvarilere inanan bir kalbiniz ve cesaretiniz olsaydı, uğrunuzda ölümüne savaşırdık! Allah hikmet nasib etsin, gerçek sevgi bir kardelenin kalbinden gözyaşı olarak akseder, gerisi yalandır!

Başbakan ve cumhurbaşkanı mü’mindir, münafık değildir. Fakat halkın yaklaşık % 96’sı  münafıktır! 40 kişiden birinin imanlı öldüğünü, dolayısıyla diğerlerinin Cehennem’e gittiğini keşif ehli arifler de bildirmişlerdir. Yani 120 kişide 3 kişi gerçek mümin olarak yaşıyor demektir! Acilen tövbe etmezseniz Allah herkese belasını verecektir! Allah uyanış nasib etsin! İnsan olan insanlara sevgi ve selamlarımı rüzgarla gönderiyorum…

İyilik Perisi, 6 Ekim 2010

ŞEHLÂ KIZ_GARİBİ SEVİNDİREN
ÂDİL HÜKÜMDAR BAHTİYAR OLUR !

       
ÖNSÖZ:

BİZİM
DE
SULTANIMIZDAN DİLEĞİMİZ:

         Esselamü Aleyküm Duyarlı Salih ve
Adaletli Yöneticiler!

Acil veya kırmızı alarm önemi ile
gönderdiğimiz mesajlara değer
verir, Allah rızası için zalimlere ve münafıklara sevk etmeden gereğini
yaparsanız, Yüce Mevla’nın yardımı, O’nun meleklerinin duası, evliya ve
sâdâtı
kiramın ruhları ve hâdimlerin muhafızlığı sizinle olur ! Allah-ü Teala,
isterse
bir şeye hemen “Ol !” dediğinde, o şey hemen olur! Ama bazı işleri
imtihan
gereği âdil hükümdarlara bırakmış ve bazı şeyleri vesile kılmıştır !
Görevini
adaletle yapan her kişiye lanet bulutu uğramayacak, alay edip zulme
devam
edenler kahrolacak !

Efendim, Türkiye de dahil insanların % 97’ si
inkarcı veya
münafık !

Durum
sanıldığından daha kötü ve tehlikeli ! Münafıklık hastalığının ve
politika
virüsünün ana etkisi her türlü pisliği yapan insanların kendilerini iyi
ve
ıslah ediciler olarak görmesidir !!!

Görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler!
16 Nisan 2010 Cuma

                                                       Bunu yazan Şehrazad
,Turkey

                               *      *     
*      *      *      *     
*

      

       Bir
varmış, bir yokmuş… Zamanın birinde,
ülkelerin bir yerinde bir çiftçi ile, şehlâ gözlü kız yaşarmış…
Başkalarına
benzemeyiz biz. Her atı sürmeyiz sonu belirsiz koşuya; yüreğimiz
hassastır,
şehlâ deriz şaşıya…

       Her
neyse… Kız şehlâymış mehlâymış ama,
akıl küpüymüş… Leb demeden leblebiyi, üf demeden muhallebiyi anlarmış…
Eh,
varsın gözleri de azıcık şaşı olsun… Çevremizde düz bakıp da ters gören
bunca
insan varken… Önemli olan bakmak değil, görmektir.

            Günlerden bir
gün, o ülkenin padişahı
tebdil-i kıyafet etmiş, dolaşıyormuş… Yanında da veziri varmış… İkisi de
kıyafet değiştirdikleri için, kimseler onları tanımıyormuş… Onlar da,
rahat
rahat halkın arasında dolaşıyor, ülkenin meselelerinin halk tarafından
nasıl
görüldüğünü öğrenmeye çalışıyorlarmış…

       Gele
gele, sözünü ettiğimiz çiftçinin
kulübesinin önüne gelmişler. Padişah vezire bakmış: “Acaba bu kulübede
oturan
birileri var mıdır vezir? İçeriden pek ses sâda gelmiyor da… İstersen
kapıyı
şöyle bir tıklatıver…” demiş.

       Vezir,
elindeki sopayla kapıyı şöylece
bir tıklatmış… Az sonra, kulübenin kapısı, yaylım dönüşü köye giren bir
inek
gibi böğürerek açılmış… Kapının önünde küçük bir kız görünmüş… Ben
diyeyim
Ayfer kadar, siz deyin Ayşegül kadar… On-on iki yaşlarında sevimli bir
kız…

            Şehlâ gözlerini
kırpıştırarak bu iki
adamı süzmüş, süzmüş… Sonra da, hürmetle: “Buyurun efendim” demiş. ”Kimi
aradınız?..”

       Vezir
padişaha bakmış, padişah vezire…
Padişah, kızın gözlerine bakarak konuşmuş: “Kaç yaşındasın sen kızım?..”

       Kız,
padişahı aşağıdan yukarıya şöyle
bir süzmüş: “Aşımı vermiyorsun, yaşımı soruyorsun padişahım…” demiş.

       Vezir
de, padişah da donakalmışlar…
Padişah: “Kızım” demiş. ”Padişah olduğumu nerden anladın?..”

       Kızın,
önce şehlâ gözlerinin içi, sonra
yüzü gülmüş: “Bunu bilmeyecek ne var padişahım” demiş. ”Kıyafetini
değiştirmişsin ama, zerâfetini değiştirmemişsin… Fesini değiştirmişsin
ama,
sesini değiştirmemişsin… Bakışın demir gibi, sözlerin emir gibi…”

       Padişah
hayret etmiş… Kızın gözlerine
bakmış, bu gözlerin derinliğinde engin bir zekânın pırıltılarını
yakalamış. Çok
hoşuna gitmiş bu sohbet ve sözü sürdürmek istemiş… Aralarında tatlı bir
sohbet
başlamış ama, vezir bu söylenenlerden hiçbir şey anlayamamış…

            Padişah: “Kızım”
demiş. ”Kulübeniz çok
güzel ama, bacanızda duman yok…”

       Kız
hiç düşünmeden cevap vermiş:
“Haklısınız padişahım. Ocağı yakan, üç yıl önce bizi yakarak gitti.”

       Padişah
başını öne eğmiş. Sonra yine
sormuş: “Pencereleriniz de biraz çarpık gibi geliyor bana…”

       Kız
hemen cevabı yapıştırmış: “Öyledir
padişahım. Lâkin ışığı doğru alırlar…”

       “Baban
nerede evladım?..”

       Kız,
eliyle uzakları işaret ederek: “Azı
çok etmeye gitti padişahım” demiş.

       Padişah,
keyfinden mest oluyormuş.Vezire
bakmış. Vezir, misket yutmuş kaz gibi pel-pel bakmış… Devam etmiş
padişah:
“Dört ayak mı gezer bu kulübede?..”

       ”Altı
ayak” demiş kız.

       “Peki…
Öbür baş sana mı babana mı daha
yakın?..”

       “Babamın
bana yakınlığı kadar babama
yakın. Ama babam, ona baba demez padişahım…”

            Padişah keyiften
kahkahalar atıyormuş.
Devam etmiş sorularına: “Evde mi o?..”

       Kız
eliyle bir başka yönü göstererek:
“Biri iki etmeye gitti padişahım” demiş.

       Padişah
vezirine bakarak gülmüş. Sonra
kıza dönmüş: “Kızım” demiş. ”Senden bir isteğim var. Kaz göndersem yolar
mısın?”

       Kız
ellerini ovuşturmuş: “Emredersiniz
padişahım” diye gülmüş. ”Hem de en ince tüylerine kadar… Yeter ki siz
gönderin…”

       Padişah
elini kızın omzuna koymuş: “Berhudar
olasın evlâdım” demiş. ”Seninle yakında tekrar görüşeceğiz inşallah…
Şimdilik
allahaısmarladık…” deyip gitmiş…

Padişahla
vezir, yürüye yürüye saraya gelmişler… Kıyafetlerini çıkarıp, herkes
esas
kıyafetini giymiş. Padişah tahtına, vezir de ne çıkarsa bahtına hesabı,
huzurda
yer bulup oturmuş…

       Padişahı
almış bir düşünce… Bir kızı
düşünmüş, bir vezirine bakmış… İçinden ”Yahu… Bir kız çocuğu kadar aklı
olmayan
bu vezirle ben koskoca ülke meselelerini nasıl görüşür, tartışırım?”
diye
geçirmiş… Enikonu üzülmüş, biraz da öfkelenmiş… Vezirine de demiş ki:

       “Bak
vezir… Küçük kıza sorduklarımı
dinledin. Ama bir şey anladığını sanmıyorum… Yarın bu vakte kadar, bu
soruların
cevabını bildinse mesele yok. Yoksa halin perişandır… Cellâda teslim
ederim,
bilesin…”

            Vezir izin
istemiş kalkmış. Evine gitmiş,
düşünmüş taşınmış… Nerde?.. Sonunda karısı bir akıl vermiş. “Git kıza
biraz
para ver, cevaplarını öğren…”

       Vezirin
aklına yatmış. Hemen kıyafet
değişip kimseye görünmemeye çalışarak kızın kulübesine koşmuş. Çalmış
kapıyı
kız çıkmış… Vezir, yana yakıla durumu anlatmış. Sonra da, bu soruların
cevabına
karşılık, ne isterse vereceğini söylemiş.

       Kız
biri iki etmemiş. “İyi ya” demiş.
”Her sorunun karşılığında bir kese altın isterim. Buyurun sorun…”

       Vezir
sormuş, kız cevabını vermiş ve bir
kese altın almış…

       “Kulübeniz
çok güzel, ama bacasında
duman yok, dedi padişah. Ben de ona, üç yıl önce anamın öldüğünü
anlatmak için;
ocağı yakan, üç yıl önce bizi yakarak gitti, dedim…”

       Bir
kese altın daha altın alarak, diğer
sorunun cevabına geçmiş kız: “Padişah, bana pencereleriniz biraz çarpık
diyerek, gözlerimin şaşı olduğunu imâ etti. Ben de ona; öyledir ama,
ışığı
doğru alır diyerek, gerçekleri doğru gördüğümü söyledim…”

       Keseler
birer birer kızın önüne
yığılırken, cevaplar da vezir tarafından not ediliyormuş…

            Kız devam etmiş:
“Padişah bana babamın
nerede olduğunu sordu. Ben de, azı çok etmeye gitti diyerek, babamın
ekin
ekmeye gittiğini söyledim…”

       Her
soru ve cevapta vezirin ağzı
hayretten biraz daha açılıyormuş.

       Kız
devam etmiş: “Padişah, bu kulübede
dört ayak mı gezer diye sorunca, ben de altı ayak diyerek, babamdan
başka bir
kişinin daha olduğunu anlattım. Padişah, peki diğer baş sana mı, babana
mı daha
yakın diye sordu. Ben de, babamın bana yakınlığı kadar babama yakın. Ama
babam
ona baba demez diyerek, ninem olduğunu anlatmaya çalıştım…”

       Tabii,
altın keseleri birer birer
yığılıyormuş. Kız devam etmiş: “Padişah, bu defa ninemi sordu. Ben de
ona, biri
iki etmeye gitti diyerek, ninemin bir doğum yaptırmak üzere gittiğini,
yani
ebelik yapmaya gittiğini anlattım…”

       Vezir
bir yandan altın keselerini
vermeye, bir yandan da unutmamak için acele acele not etmeye
çalışıyormuş…

        Kız
devam etmiş: “Padişah, benden bir
ricada bulundu, ben de kabul ettim. Bana dedi ki, kaz göndersem yolar
mısın?
Ben de, memnuniyetle yolarım. Hem de en ince tüylerine kadar, dedim.
İsterseniz, bunun cevabında pek ısrar etmeyin…”

       Vezir,
bir kese altın daha kaldığını ve
bu sorunun cevabındaki anlamı da öğrenmek istediğini söyleyince, kız
gülümseyerek:

       “Peki
efendim” demiş. “Mâdem çok ısrar
ediyorsunuz. O halde anlamını söyleyeyim. Kaz sizsiniz efendim. Padişah
sizi
yolmam için bana gönderdi. Bende yoldum. Son kese altınınıza kadar. Yani
en
ince tüylerinize kadar… Şimdi gidebilirsiniz. Padişaha da benden selam
ve
hürmetlerimi iletin… Güle güle…”

 
 SEVGİNİN ETKİSİ…
 

    Sevgiden acılar tatlılaşır,
    Sevgi yüzünden bakırlar, altın olur,
    Sevgi yüzünden tortular durulur,arınır.
    Sevgiden dertler şifa bulur,
    Sevgi yüzünden padişah kul kesilir.
                         Hz.Mevlana
    

                                                    

 

        

                                              

      Merhaba Ailemiz ! Aslında 19-25 Ocak Haftası “Caniler ve Sapıkların Dünyasıyla Yüzleşme” konusu ele alınacaktı…Hikmet-i Hüda o hafta mektubunun yerine “Aynalara kızan, öğüt miskinden kaçan veya bayılanları ve mutluluk ağacına nasıl ulaşırız ?” konulu kısa kısa inciler toplamak görev oldu sepetimize J 27.01.2009 Salı

  AYNA, ÖĞÜT MİSKİ VE TILSIMLI MUTLULUK AĞACI

·                   Kör adam, ayna hediye ettiğin için sana teşekkür etmez!

        Bu yüzden,

        Sağırlar çarşısında gazel atma;

        Körler çarşısında ayna satma!

İmamlar, öğretmenler, yazarlar çoğu zaman arkadaşlarına ayna getirirler. Ayna gerçekleri yansıttığından kara lekeli kişiler, ayna hediye edeni sevmezler! Aslında kendi gerçeklerini inkar eder, nefret ederler! Tuhaf bir durum! Bu yüzden mahşerde, “Ağızlar mühürlenir, elleri konuşur, ayakları şahitlik eder insanoğlunun! “

 

·                   Bir kişiye öğüt miski fayda vermiyorsa, o kişi kötü kokulara alışmış demektir!     (Hz.Mevlana)

·                   Bana hatamı söyleyen adamdan Allah razı olsun! (Hz.Ali)

        Yanlışlıkları tespit ettiğinizde veya hataları söylediğinizde kaç kişi teşekkür etti ?

 

·                   Bugün çöle uğradım; Mecnunla konuştum! İnsanların kendini anlamadığından çöllerde gezdiğini söyledi!

Ayrıca dertli aşığa Leyla’yı vermediklerinden Leyla’ya ancak gönül kapısından geçince ulaşabileceğini anladığını söyledi.

·                   O sırada Leyla geçti. Bizi fark etmedi. Seslendim! Şöyle bir baktı. Gözlerinde yaşlar, avuçlarında serin sular yoktu. Bir kere baktığımda birden 1040 yaşında hissettim. Gökyüzü birden mucizevi şekilde bulutlandı. Tropik sıcak bir yağmur yağdı ! İçimden dedim ki, “Ey Leyla! Neden böyle soğuk ve ilgisizsin !?” Eğer o, ruhumdaki sararmış çiçeklere iksir gibi serin sular verseydi, ona canımı verecek kadar sevinirdim. Ama yine öksüz kaldım !

·                   Ey garip yolcu ! Bir gün dertlerine derman, yaşlı gözlerine ışık, yalnız omzuna bir dost eli ararsan beni çağır! Benim içimde gözyaşlarıyla sulanmış, gökkuşağıyla aydınlanmış, sevgiyle büyütülmüş gizemli mor çiçeklerim vardır !

·                   “Seni seviyorum!” diyen dillere değil, senin için ağlayan gözlere inan! Ben hala evin dışında soğuğa bırakılmış öksüz bir çocuğum! Tılsımlı mutluluk ağacı, iki kalp bir araya geldiği zaman yeşerecek ve çiçeklenecek ! Bunu asla unutma ! 27.01.2009 Salı 14:00 Mimoza33

                            

 
 

BATAKLIKTAN KURTULMAK İSTEMEYENLER, HİKMETLER VE SEVGİ GÖKKUŞAĞI…

 

                                   

                (Resulüm) Sen “Allah” de, sonra onları bırak, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar ! ( Kur’an: 6/ 91)

        *      *      *      *      *

        Hızır (a.s.) âniden gelir; küçük bir iyilik, genellikle bir sadaka ister veya özlü, kısa bir öğüt verir ! İyiliksever kalbinle, gülümseyişinle yardım elini uzatırsan değerli bir hazine kazanmış olursun, yoksa Allah dilerse ikinci bir fırsatın olabilir !..

        *      *      *      *      *

        Alacakaranlıkta gelen Tanrı misafirlerine dikkat !…

Ham isen 50 yılda da arkadaşını tanıyamazsın; ferasetin varsa, ilk tanışmada gerçeği hissedersin !…

 

Mimoza33; 27.04.2008 Pazar

 

SEVGİ GÖKKUŞAĞI:

(Bir kalpte sevgilerin nasıl sığdığına dair resimli,yazılı kart)

                    

Resimli Yazıyı Büyük Boyutta Görmek İçin Buradan Giriş

               

GİZLİ BAHÇENİZDE AÇAN ÇİÇEKLER VARDI;

VERMEYE AZ BULDUNUZ,YAHUT VAKİT OLMADI

 

SEVGİLERDE

Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.


Bitmeyen işler yüzünden

(Siz böyle olsun istemezdiniz)

Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi

Kalbinizi dolduran duygular

Kalbinizde kaldı.


Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklımıza gelmezdi.


Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı.
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vaktiniz olmadı.

                                               Behçet NECATİGİL

 

ÖZGÜRLÜK VE AŞK İÇİN BÜTÜN İPLERİ KES !

 

Kalplerdeki gizli duygu ve sevgileri  arifler anlar,

                   Halk anlamayabilir…

Yine de bazen insanlar şenlik ateşi yakmak isterler.

Alevleri seyrederek, şarkı söylemek,

Şiir okumak isterler.

Cesur bir âşığın yürek ısıtan dizeleriyle,

Işık saçan gülüşleriyle  ısınmak isterler.

         Hayat bir gülüş ve ağlayış.

         Doğduğunda sevinçle gülümsüyorlardı.

         Öldüğünde gözyaşıyla ağlayacaklar.

                  Her saniye Dünyanın bir yerlerinde insanlar doğar;

                  Aynı anda bir yerlerde bombalar patlar, insanlar ölür…

         Merhaba ve elveda arasındaki zaman ‘bir gün’ gibidir.

         Dünya kâfirin cenneti, mü’minin zindanıdır!

                   Zindandan kurtulmak ister,

                   Özgürlüğe uçmak dilersen,

                   Ölmeden evvel ölmek gerekir…

Hz.İsmail için inanç ve aşk,

Kendini kurban etmektir;

         Hz.Eyyub’un karısı için aşk,

         Zenginlik ve refahtan sonra,

         13 yıl hastaya bakmak ve sabretmektir;

Hz.Yusuf için aşk, efendiye ihanet etmemek ve

Nefsin arzularına karşı cihaddır !

         Yunus için aşk: “Yunus,ver canını Hakk yoluna,

         Can vermeyince Canan bulunmaz!” dır.

Mevlana için aşk; “Aşk bir Güneşe benzer,

Aşık olmayan gönül, bir katı taşa benzer.” dir.

         Mecnun için aşk, ‘Leyla’nın mahallesinden’ diye,

         Köpeğe bile ilgi ve şefkat gösterip onunla dost olmaktır!

Ve Kerem için aşk, yedi diyarı bıkmadan gezip,

Şiddetli bir feryat ile alev alev yanmaktır !

         Aşk, beden ve dünya köleliğinden kurtularak ölmektir!

         Dünya futbol topunu kucağımızdan atarak,

Gökyüzüne doğru güçlü bir tekmeyle atıp hür olmaktır !

 

Mimoza33;

13.03.2008

 
               
 

Bismillâhi’r Rahmâni’r Rahîm

A004-01-(Altıncı His; İrfan)

GÖNÜLDEN GÖNÜLE AÇILAN PENCERE

         Çok zengin bir adam vardı. Bu adamın selvi boylu, akıllı, yakışıklı üç oğlu vardı. Ömrü boyunca oğullarını güzel yetiştirmek için uğraşmıştı.

         Adam iyice yaşlanmıştı. Öleceğine yakın arkadaşı kadıya:

         – Ben artık öleceğim. Çocuklarım da yetiştiler. Her şeyimi onların güzel yetişmesi için harcadım. Elimde kalan mal ve altın neyim varsa oğullarımdan en akıllısınındır, diye vasiyet etti ve öldü.

         Kadı, zengin adamın çocuklarını çağırdı. Çocukların çok güzel terbiye görmüş oldukları her hallerinden belliydi. Çocuklar:

         – Ey kerem sahibi! Biz artık yetimiz. Babamızın kararından dışarı çıkmayız. O ne vasiyet etmişse ona razıyız, dediler.

         Kadı:

         – Her biriniz uyanıklığınıza ait bir hikaye anlatın. Bakalım hanginiz daha uyanık ve akıllı. Unutmayın yapacağınız laf canbazlığı kendini gösterir. Ona göre sözlerinizde yalan olmasın.

         Çocuklardan büyüğü söze başladı:

         – Ben adamın sözünden derhal anlarım. Söz söylemezse dahi üç gün içinde yine ne haldedir, nasıl adamdır, anlar, bilirim, dedi.

         Ortanca çocuk:

         -Ben söylerse anlarım, söylemezse onu söz söylemeye mecbur eder, sıkıştırırım, dedi.

Kadı, küçük oğlana dönerek:

– Ya susmakta ısrar ederse sen ne yaparsın?

En küçük oğlan:

– Ben de onun önünde susar otururum. Onunla otururken bu dünyaya ait olmayan güzel sözler gönlümden coşarsa bilirim ki söz benden değil, o kişidendir.

Çünkü gönülden gönüle pencere vardır.

         Kadı’nın bu söz çok hoşuna gitti. Bunun üzerine ölen arkadaşının vasiyet ettiği malını en küçük oğlana verdi.

 

         ÖĞÜTLER:

·         Babanın oğluna bırakacağı en güzel miras, güzel terbiyedir.

·         Ne söylediğine ve ne zaman söylediğine dikkat et. Çünkü söz, senin aklını gösterir.

·         İnsan, dilinin altında gizlidir. Nasıl bir insan olduğu konuştuğu zaman anlaşılır.

 

KAYNAK:

Mevlana’dan Hikayeler 15; Mürşide Uysal;

Uysal Kitabevi; Konya; 1996

 

*** SEVGİ***

Uzak doğu ülkelerinden birinde, bilgeliğin sırlarını arayıp bulabilmek amacı ile yoğun bir ziyaretçi akınına uğrayan bir Budist Tapınağı vardı. Bu tapınağın özelliği arzu edilen , ya da anlatmak istenilen bir şeyi konuşmadan işaret ya da simgelerle izah etmek gerekiyordu. Her zamanki gibi tapınağa bir ziyaretçi geldi. Adet olduğu üzere kapıya yaklaştı, ne tıkladı ne de zile bastı. Kapının önünde bekledi. Zaten kapıda hiçbir alet de yoktu. Bir müddet bekledikten sonra kapı açıldı. İçerdeki görevli, yani “bilgelik arayıcısı” kapıda bekleyen yabancıyı süzdü ve işaretle selamlaştılar. Selamdan sonra sessizce sözlü konuşma olmadan beden diliyle konuşmaya başladılar. Gelen yabancı tapınağa girip bir müddet kalmak istiyordu. Tapınak görevlisi anladı ve kapıyı örterek bir süre gelmedi. Bir müddet sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü. Bu kabı, kapıda bekleyen yabancıya uzattı. Yabancı bunun manasını anlamıştı. Görevli şöyle demek istiyordu: “Tapınak ağzına kadar dolu, bir kişiyi dahi alma imkanı yok.” Su dolu kabı eline alan yabancı tapınağın bahçesine doğru yürüdü. Bahçedeki güllerden bir yaprak kopararak elindeki su dolu kabın üzerine koydu. Gül yaprağı suyun üzerinde yüzüyordu. Ama su taşmamıştı, kapıya geldi. İçerdeki görevli kapıyı açtı ve selamladı. Yabancıyı içeriye aldı. Suyu taşırmayan gül yaprağına her zaman yer bulunurdu. Bu SEVGİ’ydi ve sevgiye her zaman her yerde yer bulunurdu.           

Yukardaki sezgili ve geniş görüşlü arif insanların hayatından bir kesit sunan hikaye çok güzel; fakat yalan, hile ve vefasızlıkların çok olduğu asrımızda, bir çok kimse kesin delilleri bile inkar ederken ve farklı yorumlarken, endişeli insanlar haklı olarak sevgi, güven ve samimi dostluk konusunda “Kesin kanıtlara” ihtiyaç duyuyor!..

Bu yüzden korkakların, vefasızların ve benzeri huylara sahip olanların sevgisinin veya yapay ilgisinin makbul olmayacağını yansıtan şu vecizeye hayranım:

 *** Beni seven kalbini değil, beni sevdiğini söyleyebilen cesur yüreğini istiyorum. ***